04 Ekim 2024 Cuma
Mustafa Kemal Atatürk ve Devrimci kadrosunun en önemli yasalarının başında gelen Türk Medeni Kanunu,17 Şubat 1926 da kabul edilmişti.Aradan geçen 98 yıla ve kimi değişikliklere rağmen önemini koruyan yasanın ruhu olan GEREKÇESİ,,kalıcılığını hala korumaktadır. Dönemin genç Adalet Bakanı MAHMUT ESAT BOZKURT tarafından kaleme alınmış olan
Devrim’in ruhunu ve özünü yansıtan GEREKÇE‘de yer alan ”…İnsanlık hayatı hergün hatta her an esaslı değişikliklerle karşı karşıyadır.Kanunları DİN’e dayanan devletler,kısa bir zaman sonra ulusun ve ülkenin ihtiyaç ve isteklerini karşılayamazlar;çünkü dinler,değişmez hükümler belirtirler.Hayat yürür,ihtiyaçlar hızla değişir.Esaslarını dinlerden alan kanunlar,uygulanmakta oldukları toplumları,indirildikleri ilkel dönemlere bağlarlar ve ilerlemeye engel bellibaşlı etkenler ve nedenler arasında bulunurlar.” cümleleri,günümüz için de geçerlidir.Bu tarihi sözleri ve sürekli devrimi dile getiren GEREKÇE’yi,laiklik ilkesi kemirilirken ,Özü ve içi boşaltılmaya çalışılırken sessiz kalanların,hatta yozlaşmasına çanak tutanların,birkaç yıl önce Başörtüsü ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine iptal başvurusu için attıkları imzaları ,verilen çabaları söyledikleri sözleri unutanların ,Başörtüsü -Türban ile ilgili tartışmaları,gereksiz ve zamansız biçimde dile getirmek isteyenlerin tekrar tekrar dikkatle ve ibretle okumalarını ,tavsiye ederim.Gerekçe dışında da Medeni Kanun , pekçok maddesi ile başta KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ olmak üzere tüm yurttaşların uygar ülkelerdeki gibi kişi hakkarına güvence sağlayan,çağdaşlık kapılarını açan laik bir devrim yasasıdır. Bize bu çağdaş ve önemli yasayı armağan eden başta Mustafa Kemal Atatürk ve Mahmut Esat Bozkurt olmak üzere emeği geçenleri minnet ve şükranla anıyoruz;ışıklar içinde uyusunlar.
Narin Güran, çocukluğun tüm umut ve hayallerini taşırken, hayatının en karanlık anlarıyla karşı karşıya kaldı. Bir köyün derinliklerinde, gözleri dolu dolu, belki de hayata dair birçok hayali olan bu küçük kız çocuğu, bir anda zulmün ve adaletsizliğin acımasız kollarında kayboldu gitti. Daha acısı Narin’in trajedisinin ardından gelen sessizlikti. Bu sessizlik, yalnızca bir bireyin değil, bir toplumun vicdanının da sesini yitirdiği anın sembolüdür. Ne yazık ki bizler vicdanı kayıp bir toplum bireyleriyiz.
Narin’in ölümüne neden olan şiddet olayları, yaşadığı köyde bilinmesine rağmen, kimse tarafından dile getirilmedi. Toplumun büyük bir kesimi, bu acı gerçeği bildiği halde suçluların yakınları olması nedeniyle susmayı tercih etti. Akraba ilişkileri ve sosyal baskılar, adaletin önünde adeta bir duvar oldu. Narin’in çığlığı bu duvardan öteye geçemedi.
Siyasette, ticarette ve daha birçok alanda referans gösterdiğimiz yüce dinimiz İslam’ın temel değerleri, zulme karşı sessiz kalanları “dilsiz şeytan” olarak tanımlar. Bu bakış açısı, zulme karşı sessiz kalmanın ahlaki bir çöküş anlamına geldiğini vurgular. Cemil Meriç de “namussuz” ifadesiyle, zulüm karşısında sessizliğin ahlaki bir ihanete dönüştüğünü ifade eder. Ancak Türkiye’nin dört bir yanındaki köylerde, kentlerde ve kasabalarda benzer olaylar yaşandığında toplumsal vicdanın ne kadar sessizleştiğini görmek zor değil.
Narin’in köyündeki sessizlik, sadece bireysel bir karar değil, toplumsal bir hastalığın tezahürü aslında. Bu sessizliğin derinliklerinde çok ciddi sosyolojik ve psikolojik nedenler yatıyor. Akrabalık bağları, sosyal statü kaygıları ve korku, bireylerin adalet için sesini yükseltmesini engelleyen başlıca sebepler arasında. İnsanlar, suçu ve zulmü bildikleri halde kendilerini koruma içgüdüsüyle sessiz kalmayı tercih ediyor. Sosyal dışlanma korkusu, güvenlik endişesi ve toplumsal baskılar, bireylerin adalet arayışında geri durmalarında ilk mazeretleri.
Toplumsal sessizliğimizin kökenlerini anlamak için ilk olarak bilimsel araştırmalara başvurmamız gerektiği halde bu aklımıza hiçbir zaman gelmiyor. Biz yine de bilim insanlarına kulak verelim. Örneğin Martin Seligman’ın “öğrenilmiş çaresizlik” teorisi insanların şiddet ve haksızlık karşısında seslerini çıkarmaktan kaçınmalarını, karşılaştıkları olumsuzlukların bir sonucu olarak açıklar. Noam Chomsky ise medyanın toplumsal olaylara dair seçici tutumunu eleştirirken, toplumun dikkatinin belirli olaylara çekilmesinin diğer önemli meselelerin göz ardı edilmesine yol açabileceğini belirtir. Elisabeth Noelle-Neumann’ın “sessizlik sarmalı” teorisi ise, bireylerin toplum içindeki çoğunluk görüşüne uyum sağlamak için seslerini kısmasına neden olur. Aslında hastalığın teşhisi ortada aynı şekilde çözümde.
Narin trajedisindeki sessizlik, sadece onun yaşadığı köyde değil tüm Türkiye’de yankılanan bir sessizlikti. Bu sessizlik, toplumsal vicdanın derinliklerinde bir kaybı işaret ediyor. Adaletin sesi, zulme karşı çıkanların cesaretleriyle yükselebilir. Toplumlar zulüm karşısında sessiz kalmak yerine adalet ve hak için seslerini yükseltmeli. Eğitim, farkındalık ve cesaret, toplumsal sessizliği aşmak ve zulme karşı durmak için ihtiyaç duyduğumuz ilk şey.
Sonuç olarak Narin Güran’ın sessizliğinde kaybolmuş bir vicdanın yankısını toplumsal bir uyanışa dönüştürmek için harekete geçmeliyiz. Zulme karşı sesimizi yükseltmek, sadece Narin Güran’a değil, tüm mağdurlara olan borcumuzdur. Sessizlik, kaybolmuş bir vicdanın simgesi değil, adaletin ve insanlığın sesini yükseltmenin çağrısını yapmalı.
CHP Tüzük Kurultayı, buruk mu, birlik ve beraberlik içinde mi yoksa birileri için yol ayrımıyla mı sonuçlandı?
Özgür Özel, 81 il başkanı ile gücünü pekiştirmiş mi oldu?
Hafta sonu yapılan Tüzük ve Program Kurultayı’nda ilginç gelişmeler yaşandı. Günlerdir 52. Madde üzerinde yoğun tartışmalar yaşanıyordu. 52. Maddenin sırrı; milletvekili sıralamasında hâkim gözetiminde önseçim mi yapılmalı yoksa adeta bir ‘temayül‘ yoklamasını çağrıştıran ‘önseçim mi‘ yapılmalı tartışması… Oylamaya bir gün kala 81 il başkanı ile yapılan toplantıda CHP Genel Merkezi’nin hazırladığı ‘temayül’ yoklamasını çağrıştıran önseçim yoklaması ile milletvekili aday sıralamasının belirlenmesi yönünde karar alındı.
81 il başkanı bu karara imza koydu. İl başkanlarının imzasını taşıyan Tüzük Taslağı, Genel Kurul’a geldi. Genel Kurul’da bu madde müzakereye açıldığında sadece aleyhte Tunç Soyer, Ali Öztunç, Oğuz Kaan Salıcı, Orhan Sarıbal, Aykurt Nuhoğlu ile Muratpaşa Belediye Başkanı Ümit Uysal, gazeteci Recep Bulut konuştu. Önerilen tüzük değişikliği ile partinin yargı gözetimden kaçtığını, Genel Merkez’in tüm yetkilerini elinde toplamak istediğini, il başkanlarının da kendilerinin milletvekili aday sıralamasında ön plana çıkarılacağı beklentisinde olmalarının ‘hüsranla’ sonuçlanacağını dile getirdiler. Ve parti gözetiminde milletvekili aday sıralaması anlayışından vazgeçilmemesi yönünde beyanda bulundular. Denizli İl Başkanı Ali Osman Horzum’un “Düne kadar tüm yetki sizdeydi; şimdi çıktınız demokrasi havarisi kesildiniz, siz daha önce niye yapmadığınız?” sözlerine Milletvekili Deniz Demir ayağa fırlayarak sert bir dille cevap verince bir anda salonda gergin bir hava yaşandı. Divan Başkanı Gökhan Zeybek ortalığı sükûnute davet etti, salon yatıştı. Bunun üzerine söz alan Kayseri delegesi Recep Bulut, “Dünün muktedirleri sizler değil miydiniz? Sayın Özgür Özel siz o dönem bu partinin grup başkanı değil miydiniz? Sayın Veli Ağbaba siz o dönem milletvekili adaylarını belirlemiyor muydunuz? Sayın Seyit Torun, Sayın Ali Mahir Başarır, Sayın Tekin Bingöl siz o dönem etkili ve yetkili konumda değil miydiniz?” sözleriyle (Kemal Sunal’ın filmindeki repliğini çağrıştıran) “Ağam bizimle eğlenir” esprisi dikkat çekti: “Değişen ne oldu? Bir tek Oğuz Kaan Salıcı günah keçicisi ilan ediyorsanız, biz de sevmiyorduk, günlerce kendisiyle görüşebilmek için kapısında yatıyorduk.”
Bu tartışmaların ışığında yapılan oylamada 52. Madde 81 il başkanının önerdiği şekilde oyçokluğuyla kabul edildi. Böylece, CHP Genel Merkezi milletvekili aday sıralamasında tüm yetkiyi kendi bünyesinde toplamış oldu.
İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik, Ankara İl Başkanı Ümit Erkol, İzmir İl Başkanı Şenol Aslanoğlu’nun 52. Madde ile ilgili aleyhte konuşması beklenirken, özellikle Erkol’un “52. Madde’yle değişiklik önerisini biz hazırladık” demesi beklentileri boşa çıkardı.
Genel Merkez ile uzlaşmaya vardığı sonucunu ortaya koydu. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun da tüzük görüşmeleri boyunca Genel Başkan Özgür Özel’le yan yana oturarak sohbet ve muhabbet etmesi 52. Madde konusunda uzlaştıkları kanaatini uyandırdı. Kılıçdaroğlu’nun kurultaya katılmaması taraftarların beklentilerini boşa çıkardığı gibi, bundan sonra CHP üzerinde gücünün kırıldığı izlenimini yarattı. Kılıçdaroğlu’nun “Tüzük Tasarısı bana gece 12.00’ye doğru geldi” demesi de tepki yarattı ancak kurultay salonundaki havanın değişmesine yol açmadı.
En ilginç gelişme ise ertesi gün İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun kürsüye davet edilerek hem siyasi gelişmeleri uzun uzun anlatması hem de ABB Başkanı Mansur Yavaş’a konuşma yapacağının bir saat önceden haber verilmesini kürsüden dile getirmesinin yeni bir tartışma konusu olmasıydı. Bu yaklaşım Mansur Yavaş’ın ‘üvey evlat’ muamelesi gördüğü yorumlarına neden oldu.